11 Ekim 2008 Cumartesi

ÇOCUKLARDA DİL VE KONUŞMA GÜÇLÜĞÜ

1. DİL VE KONUŞMA GÜÇLÜĞÜ
1.1. Dil ve Konuşma Gelişimi
İnsan doğuştan konuşma yeteneğiyle doğar. Önce çevresindeki sesleri dinler, zamanla
bu seslerin benzerlerini çıkarmaya çalışır. Çocukta önce “Alıcı Dil” adı verilen söyleneni
anlama gelişmeye başlar. Söylemek istediklerini sözel yolla ifade etmesi ise “İfade Edici
Dil” olarak adlandırılır. Dil gelişimi belli aşamalarda gerçekleşir;
- Farklılaşmamış ağlama (Refleks ağlamalar yaşamsal sesler)
İlk 1 ayı kapsar. Sesleme (fonasyon)evresi olarak da adlandırılır. Ağlama, yeni
doğanın temel ses çıkarma davranışıdır. İlk ağlamalar refleks reaksiyonlardır. Hayatın ilk
haftasında ağrı ve açlık ağlamaları farklılaşmıştır.
- Farklılaşmış ağlama
Çocuk doğumdan 1 ay sonra duygusal durumlara göre değişen ağlamalar üretme
becerisi kazanır. Ağlama, bebeğin ihtiyacını belirteceği tek iletişim yoludur. İlk 1 ayda
memnuniyet sesleri sıkıntı seslerinden ayrılabilir. 1. ayın sonunda bazı anneler bebeğin
ağlama şeklinden aç, uykulu, kızgın veya herhangi bir yerinde acı olduğunu anlayabilirler.
Ağlama, artık daha belirgin bir iletişim aracı halini almıştır.
- Cooing (Gıgıldama) 2-3 Ay
Hemen hemen 6 haftalık bebekler basit sesler üretirler. Daha çok “A-E-I-O-U” gibi
ünlü sesleri çıkarırlar. Bunlara “Gıgıldama (cooing)” denir. Ünsüz seslerden ilk üretilen ses
ise “H” sesidir.
- Babbling ( Agulama) 3-8 Ay
Bebeklerin çoğu 3-4 aylıkken ünlü ve ünsüz sesleri üreterek bunları tekrarlamaktan
hoşlanırlar. Buna “Vokal Jimnastik” denir. Bebeğin tekrar etmekten hoşlandıkları sesler baba,
ma-ma, de-de gibi seslerdir. İşitme engelli bebeklerde bu sesleri üretebilir. Bu nedenle ilk
aylarda bebeğin işitme engelli olup olmadığı anlaşılmaz. Fakat işitme engelli çocuklar 4
aydan sonraki özellikleri göstermezler.
- Tekrarlayan Agulama
Agulamada çıkardığı sesleri ardı ardına ve sıklıkla tekrar ettiği dönemdir. 6–9. aylarda
görülür.
- Jargon Agulama
Anlaşılmayan bir dilde konuşuyor gibidir. Agulama seslerini kendince bir anlam
taşıyormuş gibi çıkarır. 9–12. aylarda görülür.
- Tek Sözcük Dönemi
12. aydan 2. yaşa kadar süren bu dönemde çocuk tek sözcükle adeta bir cümleyi ifade
eder. Örneğin “Anne” kelimesi, “Anne yanıma gel, mama ver, altımı değiştir” anlamına
gelebilir. Diğer bir değişle, çocuk bir kelimeyi bir ilgi durumuna işaret etmek için kullanır.
İkinci yılın başında çocuk duygu ve düşüncelerini tek kelimeyle ifade etmeyi geliştirir.
- İki Sözcük Dönemi
2 yaşın ilk aylarından başlayıp 3 yaşa kadar sürer. Artık sözcüklerin birbiriyle olan
ilişkisini keşfetmeye başlamıştır. İki kelimeyi yan yana getirerek farklı anlamları ifade
etmeye başlar. Çocuk ilk önce nesnelerin isimlendirildiğini anlar. Örneğin annesinin elinde
biberonu gördüğünde “Anne mama” der. Süt bittiği zaman da “Süt yok”, “Mama yok”
diyebilir. Bir hareketin belli bir yerde geldiğini kavradığında ise o duruma ait iki sözcüklü
cümleler kurar. Örneğin soba, gördüğünde “soba cıs” diyebilir.
- Karmaşık Dil Kullanma Dönemi
2 yaşın bitiminde çocuk iki kelimeyi ifade etmenin ötesindedir. Artık oldukça mantıklı
cümleler kullanmaya başlar. 3 yaşında yaşıyla paralel olarak üç sözcüklü cümleler kurarken
ilerleyen yıllarda yaş sayısına paralel sayıda kelimeler kullanarak cümle kurar. 3 yaşında
“Baba gel buraya.”, “Bana mama ver.”, “Baba atta gidelim.” gibi cümleler kurabilir.
Cümleler açık, fakat gramer yönünden eksik olabilir.2-5 yaş arası çocukların konuşma diliyle
ilgili kuralları öğrendikler dönemdir.
1.1.1. Temel Kavramlar
Sosyal bir varlık olan insan hayatının büyük bir kısmı, diğer insanlarla birlikte geçer.
Birlikte olduğu insanlarla duygu, düşüne ve isteklerini aktarmak ve bilgi paylaşımında
bulunabilmek için yaşadığı toplumun kullandığı geleneksel sembolleri kullanması gerekir.
İletişim, konuşma ve dil birbirleriyle ilişkili kavramlar olmasının yanı sıra farklı
anlamları içerir.
- DİL: Belli kurallara dayalı semboller sistemidir. Dilin öğrenilmesi ve
kullanılması zihinsel süreçlere bağlıdır. Zihinsel problemleri olanlar dili
yaşıtları düzeyinde öğrenip kullanamazlar.
- İLETİŞİM: İnsanlar arasındaki duygu, düşünce ve yaşantıların sözlü ya da
sözsüz ifade edilme yöntemidir.
- KONUŞMA: İnsanlar arasında dili kullanarak sözlü iletişim kurma yöntemidir.
Konuşma, dildeki seslerin konuşma organlarının (Dudak, dil, çene, yumuşak
damak, ses telleri gibi..) akustik sinyaller haline getirilmesidir. Konuşma, motor
bir süreçtir.
1.1.2. Konuşmanın Niteliği
Konuşmanın anlaşılır ve doğru olabilmesi, konuşmanın bazı özellikler taşımasını
gerektirir.
Bu nitelikler;
- AÇIKLIK: Söylenmek istenenin açık ve sade bir dille anlatımı dinleyenler
tarafından anlaşılmasını kolaylaştırır. Uzun ve terimlerle dolu cümleler
anlaşılmayı güçleştirir.
- ARTİKÜLÂSYON: Konuşma seslerini düzgün çıkarmaya, mırıldanmadan,
sesleri yutmadan, eklemeler yapmadan konuşmaya özen gösterilmelidir.
- DİL BİLGİSİ: Her dilin kendine göre kuralları vardır. Dil, kurallarına uymadan
kullanıldığı takdirde şekil ve anlam yönünden bozukluklar ortaya çıkar. İnsanlar
konuştuğu dilin kurallarını bilirse bu tür sorunlar yaşanmaz.
- SÜRAT: Konuşan kişinin konuşma esnasındaki hızıdır. İnsanların çoğu hızlı
konuşamaz. Kimi insanlar ise çok hızlı konuşur. Her ikisi de yanlıştır. Akıcı ve
anlaşılır bir konuşmada normal sürat, dakikada 90–100 kelime konuşmaktır.
Vurgulanacak kelimelerde yavaşlamak, çabuk ilerleyen düşünceleri konuşurken
ise hızlanmak anlaşılır bir konuşma için gereklidir.
- DURAKLAMA: Konuşmada noktalama işaretleri anlamındadır. Konuşma
esnasında da tıpkı yazı okurken ya da yazarken olduğu gibi noktalama
işaretlerine uygun duraklamalara dikkat edilmesi gerekir.
- SES TONU ve DOĞRU NEFES ALMA: Ses tonu sesin yükselip alçalması,
azalıp çoğalmasıdır. Konuşma esnasında değişik ses tonları kullanmak
konuşmayı anlaşılır ve ilgi çekici yapar. Konuşmanın tekdüze (monoton)
olmaması için ses tonuna dikkat edilmelidir. Ayrıca konuşma esnasında
duraklamalarda düzgün ve yeterli nefes almak konuşmanın akışı ve anlaşılırlığı
için önemli bir noktadır.
- SES GÜCÜ: Konuşan kişinin konuşmasının karşısındaki kişilerin duyabileceği
şekilde olmasıdır. Konuşma gücünün düşük olması konuşan kişinin kendine
güveni olmadığı intibasını bırakmakla birlikte anlaşılmasına da engel olacaktır.
- BEDEN DİLİNİN KULLANILMASI: Konuşma esnasında jest ve mimiklerin
kullanılması kişinin kendini ifade etmesini ve karşısındakiler tarafından
anlaşılmasını kolaylaştırır. Ancak konuşurken vücut hareketlerinin gereğinden
fazla kullanılması dinleyen kişinin dikkatini dağıtacağından anlaşılırlığı
azaltacaktır. Bu nedenle jest ve mimikleri uygun yerlerde ve yeteri kadar
kullanmaya özen gösterilmelidir. Beden dilini kullanırken dikkat edilmesi
gereken bir nokta da göz kontağı kurmaktır. Konuşan kişinin dinleyenle göz
teması içinde olması gerekir. Karşısındakine bakmadan konuşmak dinleyenin
ilgisini azaltacağından anlaşılmayı azaltacaktır.
Etkinlik 1
Bir konuşma metni hazırlayınız. Yukarıda size verilen konuşma niteliklerinin hiç
birine uymadan bu metindekileri arkadaşlarınızla konuşunuz (ya da okuyunuz). Daha sonra
aynı metni kurallara uygun şekilde telaffuz ediniz. İki konuşma arasındaki farklılıkları ve
yanlış anlamaları sınıfta arkadaşlarınızla tartışınız.
1.2. Dil ve Konuşma Güçlüğü
1.2.1. Temel Kavramlar
ARTİKÜLÂSYON: Konuşma seslerini çıkarma işlemine söyleniş (Artikülâsyon )
denir. Telaffuz ya da boğumlama olarak da adlandırılır. Kelimeleri, olması gerektiği doğru
ses ve doğru vurguyla ağızdan çıkarmaktır. Telaffuzdaki vurgudaki hatalar yanlış
anlaşılmalara, kalıcı dil problemleri oluşmasına neden olabilen etmenlerden birisidir. Kitap
okuyarak, doğru telaffuz edebilen insanların konuşmalarını dinleyerek düzgün artikülasyon
kazanımı sağlanabilir.
AFAZİ: Söz veya kelime yitimidir.
DİSLEKSİ: Öğrenme bozukluğudur. Konuşmada bir engel olmadığı halde sesli veya
sessiz okumada ve anlamada görülen bir bozukluktur.
FONASYON: Sesleme, sesin çıkarılması.
TERAPİ: Sağaltım, tedavi.
TEPKİ: Cevap, karşı etki, karşılık verme.
BİLİNGUALİZM: İki lisanlılık. İki dili aynı anda öğrenmeden kaynaklanan dil
problemi.
1.2.2.Tanımı, Sınıflandırma ve Özellikleri
Dil ve konuşma özrünün birçok tanımı bulunmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığının
konuya ilişkin yönetmeliğinde konuşma özrü “Konuşmanın akışında, ritminde, tizliğinde,
vurgularında, ses birimlerinin çıkarılışında, eklemlenişinde, artikülâsyonunda, anlamında
bozukluk bulunmasına konuşma özrü denir.” şeklinde tanımlanır.
Konuşmanın niteliğini etkileyen her türlü olağan dışı aksaklık konuşma akışının
bozukluğudur.
Dil ve konuşma bozuklukları birçok şekilde ortaya çıkmaktadır. Dil ve konuşma
bozukluklarını aşağıdaki şekilde sınıflandırmak mümkündür;
- Konuşma Bozuklukları
- Söyleyiş Bozuklukları ( Artikülâsyon Bozuklukları)
o Atlama ( Sesin Düşürülmesi)
o Yerine Koyma ( Sesin Değiştirilmesi)
o Sesin Eklenmesi
o Sesin Bozulması
- Ses Bozuklukları
o Ses Perdesi Bozuklukları
o Ses Yüksekliği Bozuklukları
o Ses Kalitesi Bozuklukları
- Konuşma Akışındaki Bozukluklar
o Acele-Karmaşık Konuşma
o Kekemelik
- Dil Bozuklukları
0 Gecikmiş Dil
0 Söz Yitimi
0 Belirli Dil Yetersizlikleri
- Diğer Dil ve Konuşma Bozuklukları
0 Beyin Felci ile İlgili Dil ve Konuşma Bozuklukları
0 İşitme Bozukluğuna Bağlı Konuşma Bozuklukları
0 Yarık Damak ve Yarık Dudakla İlgili Konuşma Bozuklukları
0 Zekâ Geriliği, Öğrenme Bozukluğu ve Duygusal Problemlere Bağlı Dil
Bozuklukları
0 Bilingualizm ve Yöresel Konuşmalara Bağlı Dil Bozuklukları
1.2.2.1. Konuşma Bozuklukları
Konuşma, konuşmayı sağlayan organların, kasların, sinirlerin yapısıyla, işlevleriyle
ilgili motor bir süreçtir. Bu organların, kasların, sinirlerin yapısında ya da işlevlerindeki
herhangi bir bozukluk konuşma bozukluğudur. Konuşma bozukluğunda sorun doğrudan
zihinsel algılama ile ilgili değildir. Çocuk, sesleri, dilin yapısını ve özelliklerini bilse bile bu
organları kullanamadığı için sesleri çıkaramamaktadır. Örneğin, işitme engelli bir çocuğun
zihinsel bir problemi olmadığı halde konuşamaması işitme
- Söyleyiş(Artikülâsyon) Bozuklukları
Artikülâsyon, nefesin gırtlaktan çıktıktan sonra yutak, ağız ve burundan oluşan üçüncü
ekip organlarında (Dil, damak, diş, dudak) konuşma dilimizin geleneksel seslerine dönüşüp
biçimlenmesidir. Artikülâsyon teriminin yanı sıra boğumlama, eklemleme, telaffuz ya da
oynaklama terimleri de kullanılır.
Söyleyiş bozuklukları, konuşanın söyleyişinde değil, dinleyenin kulağındadır. Diğer
bir değişle dinleyici, konuşma seslerini; yer değiştirmiş, atlanmış, eklemeler ve çarpıtmalar
yapılmış gibi algılıyorsa söyleyiş bozukluğu var demektir. Konuşan kişi ses birimlerini
(fonemleri) nasıl çıkarırsa çıkarsın, işitenlere yanlış gelmedikçe fonemler doğru söylenmiş
sayılmaktadır.
Artikülâsyon bozukluğu dört değişik türde görülür:
- Atlama( Sesin Düşürülmesi)
Atlama ( Omissions) yanlışlarında sözcüklerin yalnızca bir kısmı söylenir. “Araba”
yerine “arba”, “Havlu” yerine “avlu”, “Saat” yerine “Sat” örneklerinde olduğu gibi bazı
sesler düşürülmektedir.
- Yerine Koyma (Sesin Değiştirilmesi)
Sesin değiştirilmesi ( Substitutions) sık görülen artikülasyon bozukluklarındandır.
Sözcük içinde çıkarılması güç gelen bir ses, çıkarılması kolay gelen bir sesle
değiştirilir.”Çizgi” yerine “Çisgi”, “Para” yerine “Paya” gibi ses değişiklikleri görülür.
Bazen de sözcük içindeki seslerin yer değiştirmesi olabilir. “Kitap” yerine “Kipat” örneğinde
olduğu gibi…
- Sesin Eklenmesi ( Additions)
Sözcüğün aslında bulunmayan başka seslerin eklenerek söylenmesidir. Genellikle
birbiri ardına gelen iki ünsüzün arasına bir ünlü ekleyerek söylenmesi şeklinde görülür.
“Saat” yerine “Sahat”, “Spor” yerine “Sipor”, “Recep” yerine “İrecep” gibi…
- Sesin Bozulması ( Distortions)
Sesin bozulması ( Çarpıtmalar) durumunda sesler tam doğru olmamakla birlikte
gerçeğine yakındır. Ses, konuşma dilinde olmayan yeni bir ses olarak çıkarılır. “Gelir” yerine
“Gelix”-“Geliy” ya da “Gelüm” gibi… Daha çok yöresel olarak çıkarılan sesler buna örnek
teşkil eder.
- Ses Bozuklukları ( Voice Disorders)
İnsan sesinin üç özelliği vardır; ses perdesi, yüksekliği ve kalitesi. Bu üç özellikteki
bozukluklar konuşan ve dinleyen için estetik açıdan rahatsız edicidir ve iletişime engel olur.
Sesleme(fonasyon) bozuklukları özellikle erken çocukluk döneminde ve ilköğretim
çağındaki çocuklarda sık rastlanan bir bozukluktur. Bunun temel nedeni de bu yaş grubu
çocukların oyunda ve etkinlikler esnasında aşırı yüksek sesle konuşmaları ya da
bağırmalarıdır.
- Ses Perdesi
Kişinin sesi perde bakımından yaşına ve cinsiyetine göre olması gerekenden daha
alçak (pes) ya da yüksek (tiz) olursa toplumsal açıdan engellemelerle karşılaşır ve iletişimi
zayıflar. Normal konuşmada yüksek ve alçak tonlar arasında yumuşak geçişler vardır. Bu
perde geçişleri vurgulamayı sağlar ve konuşmayı monotonluktan kurtarır. Ses perdesi
kırılmaları adölesan dönemde yaygındır. Sonraki yaşlarda devam etmesi iletişim sorunları
yaratabilir.
- Ses Yüksekliği
Çok zayıf ya da fazla yumuşatılmış bir ses belli uzaklıktan ve gürültülü ortamlarda
anlaşılmayı güçleştirir. Çok yüksek ses ise, özellikle hoş olmayan bir ses niteliği varsa,
dinleyici açısından rahatsız edici olmaktadır.
- Ses Kalitesi / Tonu
Ses kalitesini tanımlamada genizsizlik (nazality) ve boğukluk (hoarseness) özellikleri
dikkate alınır. Genizsizlik, burun boşluğundan geçen havanın miktarı ve tınlama (rezonans)
için burun boşluğunun ne ölçüde kullanıldığıyla ilgilidir. Bir kişinin sesinin kronik şekilde
boğuk olması ciddi larynx (gırtlak) sorunu olduğuna işaret etmektedir. Kronik boğuk sesli
kişi bir uzmana gösterilmelidir.
- Konuşma Akışındaki Bozukluklar
Bir konuşmanın akışı, süre, hız, ritim ve akıcılık içerir. Konuşma akışında
duraksamalar konuşmacının anlaşılmasını güçleştirir. Bu durum dikkati çekecek kadar sık ve
yaygın olduğunda bozukluk olarak kabul edilir.
- Acele-karmaşık konuşma
Çoğunlukla kekemelik ile karıştırılan bu durum, aşırı konuşma hızı ile birlikte
düzensiz cümle yapısını, söyleyiş problemlerini içerdiği gibi kekemeliğin problemi olan
konuşmaya başlama güçlüğünü de içerir. Acele-karmaşık konuşanlar hızlı ve düzensiz
söyleyiş biçimleri nedeniyle söylemek istediklerini anlatamazlar. Kekemelerin aksine
bozukluklarının farkında değildir. Konuşabilirler ve nadiren kekelerler.
- Kekemelik( Ritim Bozukluğu)
Konuşma özürleri arasında en eskiden bilinenidir. Kekemelik, konuşmanın akıcılığı ve
ritmi ile ilgili bir iletişim bozukluğudur. Konuşmada uygun olmayan duraklamalar ve
tekrarlar konuşmanın doğal akışını etkiler. Kekemelik, kişinin konuşmaya başlayamama,
duraklama, bazı sesleri uzatma, tekrar etme, bazı vücut hareketleriyle (Sık tekrarlanan el-kol
hareketleri, mimikler) konuşmanın sapma göstermesi şeklinde görülür.
19 Mayıs 2002 tarihinde bir gazetede yayımlanan haberde:
“SERÇİN KÖYÜ’NDE HERKES TEKLİYOR: KEKEME KÖY”
“Aydın’ın Söke İlçesi’ne bağlı Serçin Köyü Muhtarı, köyünde kekemelik
rahatsızlığının artış göstermesi üzerine hastalığın nedenlerinin araştırılması için
Kaymakamlığa başvurdu. Muhtar“Köyümdeki kekemeler anlaşamayınca birbiriyle
dövüşüyor. Kekemelikteki bu artışın nedenleri araştırılmalı ve çözümü bulunmalıdır"”dedi.
Söke’nin eski köylerinden Serçin'de yaklaşık 50 kişinin kekeme olduğunu belirten köy
muhtarı şöyle konuştu: Köyde ben dâhil olmak üzere 50 kekeme ve 13 özürlü kişi var. Benim
kekemeliğim muhtar olduktan sonra biraz azaldı. Köyde kekeme olanlar çok büyük sıkıntı
çekiyor. Kekemeliğin bu kadar yoğun olmasının nedenlerini anlayamıyoruz”
deniliyordu.

10 Ekim 2008 Cuma

KUŞADASI

Ege Bölgesi'nin denizle buluştuğu yerde, Marmaris, Bodrum gibi turizm merkezlerinin odağında bulunan Kuşadası tatilinizi unutamayacaksınız.Kuşadası'na İzmir'den Kuşadası'na,İzmir Aydın yolunun 65km'sinden, 25km'lik yol izlenerek yaklaşık 1,5 saatte ulaşabilirsiniz. Uçakla Adnan Menderes Havaalanı'ndan modern karayolu ile de ulaşabilirsiniz. Kuşadası'nda güneşlenip, denizin tadını çıkardıktan sonra, tatilinizin en azından bir gününü gezmeye ayırın. M.Ö 1000 yılında kurulmuş, eski ticaret merkezlerinden biri olan Efes liman kentini mutlaka görün. Osmanlı, Selçuklu, Bizans ve Roma uygarlıklarının izlerini tüm mükemmelliği ile ancak Efes'te görebilirsiniz. Meryem Ana Evi'ni görmeden Kuşadası'ndan dönerseniz eğer çok pişman olabilirsiniz. Hıristiyanların en önemli kutsal yerlerinden biri olan Panaya Kapula, yatalak bir rahibe olan Catherine Emmerich'nin gördüğü bir rüya sonucunda araştırmacılar tarafından bulunmuştur. Meryem Ana'nın son yıllarını burada geçirdiği düşünülmektedir. Turistlerin akınına uğrayan yer, son yıllarda yapılan restorasyonla daha cazip hale getirilmiştir
Artemis Tapınağı:Dünyanın yedi harikasından biri sayılan Artemis Tapınağı M.Ö. 550 yıllarında Efes antik kentinde kuruldu. Tamamı mermerden oluşan tapınak o yıllarda hem pazaryeri hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu.
Kuşadası'nın hemen kıyısında yer alan küçük bir ada olan ve bir mendirek ile sahile bağlanan Güvercinada, tatilcilerin uğrak yerlerinden. Sarp kayalar üzerine inşa edilen Bizans Kalesi restore edilerek, çayhane, diskotek, restoran gibi dinlenme ve eğlence yerleri açılarak turistlerin adaya akın etmesi sağlanmıştır. Ayrıca kalenin gece ışıklandırılmış görüntüsünü görmeniz tavsiye edilir!
Güneşlenmek için... Kuşadası'n da iki tane mavi bayraklı plaj bulunuyor. Çam Limanı ve Türkiye'de özenle korunan parkların başında gelen Milli Park bölgesindeki Dilek Yarımadası güneşlenmek ve denize girmek için ideal plajlar. Berrak bir denize sahip olan yarımadada, doğanın ve bol oksijenin içinde, berrak denizinde serinlemenin keyfini çıkartırken aynı zamanda bu doğa harikası parkta piknik yapmanın ve çevreyi gezmenin tadına varabilirsiniz.
Kuşadası, ziyaretçilerinin yıl boyunca yoğun olmasından dolayı her damak zevkine uygun tatları bulabileceğiniz bir bölge. Merkezde bulabileceğiniz balık restoranlarında, Ege bölgesine özgü olan balık keyfini Kuşadası'nda yaşayabilirisiniz. Ege ve Akdeniz mutfağından yemeklerin tadına bakmak isterseniz eğer, Kuşadası- Davutlar arsında 800 yıllık çınar ağacını altına kurulmuş olan Çınar Restoranı'nda yemek yiyebilirsiniz.
Gece hayatı, Kuşadası'nda dolu dizgin sürüyor. Yerli yabancı turistlere özel pek çok mekanın bulunduğu Kuşadası'nda özellikle Barlar Sokağı'nda sabaha kadar süren müzik eşliğinde, gönlünüzce eğlenebilirsiniz. Her zevke hitap eden Kuşadası, ister hafif müzikle sohbet ortamı, ister yüksek sesli clubler, isterseniz de kareoke yapabileceğiniz ilginç mekanlarıyla size bir çok seçenek sunuyor. Artık seçmesi size kalmış.

AKCİĞERLER, AKCİĞERLERİN YAPISI

AKCİĞERLERİN YAPISI AKCİĞERLER(Pulmones):Akciğerler göğüs boşluğunda yüreğin sağ ve solunda az çok piramit şeklinde olan solunum organlarıdır. Taban kısımları diyaframın üzerine oturmuştur. Göğüs çeperine bakan yüzeyleri dış bükey, yüreğe bakan iç yüzeyleri ise iç bükeydir. Akciğerlerin dış yüzeyi düzgün ve parlak olup bu parlaklık akciğerleri örten palevranın visceral yaprağındandır. Rengi, yeni doğmuş çocuklarda esmer-kırmızı, gençlerde pembe, ergin ve yaşlılarda ise pembe-mavimtıraktır.İnsan yaşlandıkça akciğerlerin yüzeyinde bir takım pigmentler belirir. Bunlar solunum sırasında akciğerlere kadar giren yabancı cisimleri meydana getirdikleri oluşuklardır. Akciğerlerin ortalama olarak yükseklikleri,omurga tarafındaki kenarlarında 25cm olup önden arkaya olan kalınlıkları tabanda 16cm ,genişlikleri ise yine tabanda sağ akciğerlerin 10cm,sol akciğerlerin 7cm dir.Yüreğin sol akciğer üzerine yaptığı basınçtan dolayı bu akciğer küçük kalmıştır.Sağ akciğer,sol akciğerden 1/5 veya 1/6 kadar büyüktür .Ayrıca sağ akciğer karaciğerin sağ lopunun yaptığı kabarıklıktan dolayı sol akciğere nazaran biraz yukarıdadır.Yine bu akciğer üzerindeki iki yarıkla üç lopa ayrılmıştır.Sol akciğer ise bir tek yarıkla iki lopa ayrılmıştır. Akciğerlerin hacmi yaşa, şahsa ve cinse göre değişir .Ağırlıkları yetişkin bir erkekte 1300gr olup bunun 700gr mı sağ ,600gr mı sol akciğere aittir .Kadınlarda ise sağ akciğer 550gr,sol akciğer 450gr kadardır.İçerisinde hava bulunan akciğerler daha hafiftir.Yeni doğmuş ölü bir çocuğun akciğerlerinin nefes almamış olduğu suya atılarak anlaşılır.Eğer nefes almış ise suyun yüzeyinde kalır .Almamış ise suyun dibine çöker. Akciğerler yumuşak olduğundan parmakla basılınca çökertilebilir.Üzerlerinde fazla basınç yapılırsa alveol keseciklerinin yırtılmasından dolayı bir çıtırtı duyulur.Bu taktirde hava kabarcıkları plevranın akciğerleri örten yaprağı altına gözle görülebilir.Akciğerler kolay yırtılmazlar.Bu nedenle,alveolleri dolduran havanın basıncına mukavemet ederler. Akciğerlerin Yapısı: Akciğerleri dıştan seroz yapıda olan çift katlı plevra zarı örter.Her akciğerin ayrı bir plevrası vardır. Plevranın dış katı göğüs çeperine yapışmıştır.Bu kat parictal yapıda olduğundan parictal plevra adını alır. Plevranın diğer katı akciğerlerin yüzeyini örter. Buna da visceral veya pulmonal plevra denir. Bu iki yaprak ayrı olmayıp akciğerleri hilus kısmında birbirleriyle birleşirler. Ayrıca bu iki yaprak iç içe olduğundan birbirleriyle sıkı temas halinde olup aralarında plevra boşluğu bulunur. Her akciğerin ayrı bir plevrası olduğundan aynı şekilde her bir akciğerin etrafında ayrı bir plevra boşluğu bulunur. Bu boşlukta akciğerlerin hareketini kolaylaştıran bir sıvı vardır. Plevranın göğüs boşluğunu örten parictal yaprağı ,üzerini örttüğü bölgelere göre isim alır.İnce ve saydam olan visceral yaprak ise akciğerlere sıkıca yapışmıştır.Hatta bu yaprak lopcuklar arasındaki hücresel doku ile de irtibattadır.Visceral plevranın serbest olan dış yüzeyi parietal ile temas halinde olup parlak ,düzgün ve kaypaktır. Akciğerlerin her bir lopu altıgen piramit şeklinde 1cm3 hacminde küçük lopcuklara ayrılmıştır.Lopcukların bazıları akciğerin yüzeyinde,bazıları ise derinliğindedir.Yüzeyde olanlar piramit şeklinde olup tabanları akciğerlerin yüzeyinde çok köşeli olarak görülür.Tepeleri ise hilusa doğrudur.Derinde olan lopcukların şekilleri değişiktir.Her bir lopcuk küçük ve başlı başına bir akciğerciktir. Lopcukların,üzüm salkımına benzeyen hava keselerine(acinus) ayrılmışlardır.Hava keseleri de ampül şeklinde keseciklere ayrılmıştır.Bütün lopcuklar birbiri üzerine düzensiz bir şekilde yığılmışlardır.Yalnız bunları birbirinden ayıran esnek bir katılgan doku mevcuttur.Yani,her lopcuk kan damarları ve bronşların kolları ile sinirlerden yapılı katılgan bir doku ile çevrilidir.Lopcukların içerisine giren bronş kolları 50-60kadar küçük kollara ayrılır.Çapları 1/10mmolan bu kollara bronşcuk adı verilir. Bronşcukların yapısında da bronşlarda olduğu gibi iki tabaka bulunur.Bunlardan biri, yine kıkırdak ,kas ve zardan yapılı olan iç tabakadır.Dış tabakada bulunan ve tam olmayan kıkırdakcıkların arsında fibroz bir lam vardır.Bronşcuklardaki kıkırdaklar plaklar,halinde ve gelişi güzel durumdadırlar.Bu kıkırdak plaklar,bronşcukların çapları küçüldükçe seyrekleşir,ve 1mm çapındaki bronşcuklara gelince kıkırdaklar tamamen kaybolurlar ,nihayet ,sadece fibroz bir yapıda olan zar tabakası kalır.Bunun yapısında da kas lifleri bulunur.Mukoza dan ibaret olan iç tabaka bronşcuklar küçüldükçe incelerek alveoller de tek bir epitalyum tabakasına kadar indirger. Bronşcuklar muntazam olmayan boşluklara açılırlar.Bu boşluklardan,3mm uzunluğunda 40 mikron genişliğinde birçok kanallar çıkar.Bu kanalların çeperleri girintili çıkıntılıdır.Burada hem birbirine hem de kanal boşluğuna açılan bir takım keseciklerin çapları 0,2-0,3mm,sayıları da 750 milyon kadardır.Alveollerin çeperleri yalın kat epitelden yapılmıştır.Etraflarında gaz alışverişini sağlayan kılcal damarlar bulunur.Alveollerin toplam yüzeyi 48m2 dir.İçerleri hava ile doludur.Kılcal damarların bu kesecikler etrafındaki toplam yüzeyi ise 150m2 kadardır.Akciğerlerin özgül ağırlığı da 0,5gr/cm3 dür. AKCİĞER HASTALIKLARIZATÜRE(PNÖMONİ):Pnömoni, akciğerlerin iltihaplı hastalığı olarak tanımlana bilir.Bebek ölüm hızının binde yüz dolaylarında,beş yaştan küçük çocuk ölümlerinin tüm ölümlerinin tüm ölümlerin yarısını oluşturduğu ülkemizde hastalığın önemi daha büyüktür.Çünkü,bu ölümlerin en başta gelen sebebi pnömonidir.Herkes her yaşta pnömoniye yakalana bilir.Ama çocukluk yaşlarında daha sık görülür.Ayrıca çocukluk ve yaşlılıkta daha ağır seyreder. Soğuk, pnömoniyi hazırlayıcı bir faktördür.Bu nedenle pnömoni kış mevsiminde diğer mevsimlerden daha sık görülür.Soğuk bölgelerde de diğer bölgelere oranla daha çoktur. Erkekler ve kadınlar pnömoniye benzer duyarlılıktadır, yani yakalanmalarında fark yoktur. Sosyo- ekonomik durumu iyi olmayan kişilerde hastalık sık görülür ve ağır seyreder. Aslında pnömoni , teşhisi ve tedavisi kolay bir hastalıktır. Ülkemizde en önemli ölüm sebebi olması , çocuklarda beslenme bozukluğunu sık görülmesi , pnömoni tanı ve tedavisinde geç kalınmasındandır. Bir başka değişle , pnömoni bebekler için tehlikeli bir hastalıktır, pnömoni şüphesi olanlar özellikle bebekler hekim tarafından muayene edilmelidir. PNÖMONİ NASIL MEYDANA GELİR? Pnömoni çok çeşitli etkenlerle meydana gelir.Virüsler,bakteriler,mantarlar,barsak parazitleri,akciğerlere kaçan yağlı maddeler,besinler ve bazı zararlı maddeler pnömoniye sebep olur.Sayılan bu mikroplar,genellikle hasta ve taşıyıcıların solunum sistemi salgılarında bulunur.Bu mikropların tükürük ,salya ile etrafa yayılması ve sonuçta akciğerlere ulaşması ile de pnömoni meydana gelir. Mikroorganizmaların akciğerlere ulaşması ayrıca şu yollarla ola bilir. a)Damlacıklarla:Öksürük,aksırık,konuşma sırasında mikroorganizmayı taşıyan damlacıkların sağlam kişilerin solunum sistemine girmesi. b)Hava yolu ile:Mikroorganizmaları taşıyan hava ile solunum sırasında. c)Toza bulaşmış eşyalar ile :Pnömoni mikroorganizmalarından herhangi biri ile bulaşmış,havlu,mendil,bardak,kaşık,çatal vb. eşyaları kullanmakla. d)Parazitlerle olan pnömoniler ise,kirli içecek ve yiyeceklerle. e)Vücudun herhangi bir yerindeki bir mikrobun kan veya lenf yolu ile akciğerlere gelmesi şeklinde olabilir. PNÖMONİNİN BELİRTİLERİ a)Ateş:Pnömoni genellikle ateşli bir hastalıktır.Ancak bebeklerde,ateş olmadan da hastalık olabilir. b)Öksürük:Çocuklar ve yetişkinlerde öksürük vardır.Ateş,nezle,öksürük bazen ilk belirtilerdir.Bebekler balgam çıkaramazlar. c)Solunum Güçlüğü:Dakikadaki solunumun sayısı artmıştır.Bu özellikle bebeklerde belirgindir.Sık soluk alıp verme yanında,solunum hırıltılıdır.Akciğer havalanmasının yetersizliği sonucu dudaklarda syanoz(morarma) görülür.Burun kanatlarının solunuma katılmasından dolayı nefes alırken burun açılıp kapanır,yine solunum sırasında kaburga araları içeri çekilir. d)Bebekler de,iştahsızlık,emmeme,huzursuzluk,devamlı ağlama,inleme ve soluk renk görülür. PNÖMONİDEN KORUNMA*Yeterli ve dengeli beslenmenin sağlanması.*Kişinin hijyen koşullarının sağlanması.*Çocukların boğmaca ve tüberküloz aşılarının yapılması.*Kişide pnömoniyi meydana getiren hazırlayıcı faktörlerin düzeltilmesi ile pnömoniden korunmak mümkündür.*Toplumun sosyo-ekonomik durumunun yükseltilmesi,konut başta olmak üzere hayat şartlarının düzenlenmesi. PNÖMONİYE KİMLER DAHA KOLAY YAKALANIR*Küçük bebekler,çocuklar ve yaşlılar;*Beslenme bozukluğu olanlar,kansızlığı,raşitizmi olanlar,*Akciğerlerinde kronik bir hastalığı olanlar,*Bakım yetersizliği olan çocuklar kolay yakalanırlar,*Doğuştan bazı anomalileri olanlar(akciğer,ağız,kalpte sakatlıklar) PNÖMONİDE TEDAVİPnömoni evde ya da hastane de tedavi edilebilir.Evde tedavi olan hastalara uygun ısı ve nem’ de ki bir odada yatak istirahatı yapmalıdır.*Odada buhar yapılmasının yararlı olduğu unutulmamalıdır.*Sigara dumanı başta olmak üzere odada toz ve duman olmamasına özen gösterilmelidir.*Hastaya yutması kolay sıvı yiyecek verilmelidir.*Hastaya yeterli protein verilmelidir. VEREM(TÜBERKİLOZ):Verem,Robert KOCH tarafından bulunduğu için Koch basili olarak bilinen bir mikrop tarafından meydana getirilen bulaşıcı bir hastalıktır.Ancak,bir kişinin vereme yakalanmasında verem basilinin yanı sıra,sosyal ve ekonomik şartların da rolü vardır.Çünkü verem kötü çevrede yaşayanlarda ,kalabalık ailelerde,temizlik kurallarına dikkat etmeyen,eğitimsiz kişilerde daha fazla görülür. Verem,genellikle hava yolu ile bulaşır.Veremlilerin öksürükleri ile saçtıkları damlacıklardaki basiller doğrudan sağlam insanlara bulaşabilir.Havada uzun süre asılı kalabilen her damlacıkta 1-2 adet basil bulunmaktadır.Bu basiller özellikle,sinema,bar,kahvehane gibi loş ve kapalı yerlerde uzun süre asılı olarak kalırlar.Güneş ışığı giren yerlerde ise 1-2 saat içinde ölürler.Her verem hastası hastalığı yaymaz.Etkili bir tedavi alan hastalar basil yaymazlar.Akciğer dışındaki organlarda da verem olabilir.Fakat buralardaki verem cerahat akıntısı olmuyorsa başkasına bulaşmaz. Veremin bir diğer bulaşma yolu da verimli ineklerin sütlerinin içilmesi ya da bu sütlerin ürünlerinin yenilmesidir.Ancak bu sütler kaynatılır veya pastörize edilirse Koch basili ölür. Mikrop vücutta bütün doku ve organlara yerleşip hastalık meydana getire bilir.Ancak,en çok görülen şekli akciğer tüberkilozudur.Veremin belirtileri,hastalığın değişik organ ve dokularda yerleşmesi nedeniyle farklıdır.Ancak en sık görülen akciğer vereminin başlıca belirtileri olarak,öksürük,gece terlemesi,kilo kaybı,iştahsızlık,balgam çıkarma,ateş,göğüs ağrısı sayılabilir.Verem mikrobu beyin zarlarında yerleştiğinde yüksek ateş,baş ağrısı,kusma,ense sertliği gibi menenjit belirtileri meydana gelir.Eklemlerde hastalık yaptığında eklem şişer ve ağrır. Verem hastalığının teşhisi,klinik muayene,röntgen ve diğer laboratuar tetkiklerine dayanılarak yapılır.Bir tüberkilozun genellikle 5-10 kişiye hastalığı bulaştırdığı kabul edilmekle beraber,teşhisi uzun süre geciken bir hastanın yüzlerce kişiye hastalığı bulaştırması da mümkündür.Ayrıca,hastalığın teşhisi geciktiğinde tedavisi de güçleşir.Bu yüzden hastalığın”erken teşhisi” önemlidir. TEDAVİSİ: Etkili tüberkiloz ilaçları bulunmadan önce tüberkiloz tedavisi daha çok hastaların temiz havalı yerlerde dinlenme ve beslenmeleri suretiyle bünye dirençlerinin arttırılması esasına dayanıyordu.Ayrıca,hasta dokular hareketsiz duruma getiriliyor veya cerrahi yola çıkarılıyordu.Günümüzde ise,verem haslığının tedavisi,etkili pek çok ilaçla yapılmaktadır.Ancak,veremin tedavisi,diğer bulaşıcı hastalıklardan daha uzundur;aylar,bazen yıllarca sürebilir.düzenli ve yeterli süre tedavi önemlidir.KORUNMA: a)Verem’ den korunmada,insanların hastalığın mikrobu ile karşılaşmalarını önlemek temeldir.Bunun en etkili yolu ise hastaların erken teşhislerinin yapılıp,düzenli ve yeterli süre,tedavi edilmeleridir.Ancak çoğu zaman hastaların yakın temaslarına hastalığın bulaşması önlenememektedir.Bu yüzden mikrop kapmaları önlenemeyen kişileri ilaçla koruma,bunların yeni hastalık kaynağı oluşturmalarını sağlamak gereklidir. b)BCG aşısıyla korunma:Pek çok ülkede kullanılmaktadır.BCG aşısı;sığır tipi tüberküloz basilinin hastalık yapma gücünün zayıflatılmasıyla ilk defa 1923 yılında üretilmiştir.Calmette ve Guerin ‘in geliştirmiş olduğu bu aşının,1940’lı yıllarda yaygın olarak kullanılmasıyla birçok ülkede verem görülme sıklığı azalmıştır.Ülkemizde de vereme karşı,tüm bebeklere doğumdan sonra BCG aşısı yapılmaktadır.Araştırmalar aşının yaklaşık %80 oranında koruyuculuğu olduğunu göstermektedir.Bu koruyuculuğunun devam edip etmediği ön koldan yapılan bir deri testi ile kontrol edilebilmektedir. Bu testin sonucuna göre bazı kişilere BCG aşısının yeniden yapılması gereke bilir. c)Hastalıktan korunmada,sağlıklı bir yaşam biçiminin ve yeterli beslenmenin sağlanması da önem taşır.Ayrıca hastalığın belirtileri,bulaşma yolları,tedavi ve korunmada yapılması gerekenler konusunda toplum eğitilmelidir.BOĞMACA:Boğmaca,solunum yollarında meydana gelen ve çocukluk çağında sık görülen bir hastalıktır.Etkeni boğmaca mikrobudur.Mikrob,hastaların öksürük,aksırığıyla etrafa yayılır.Bu mikrobu alan sağlam kişilerde,7-15 gün gibi,bir kuluçka döneminden sonra hastalık,kuru,kısa ve geceleri artan bir öksürükle başlar.Öksürük tedaviye rağmen devam eder ve giderek artar.Hafif bir ateş olur.Bir-iki hafta sonra,özellikle geceleri ortaya çıkan,öksürük nöbetleri meydana gelir,bu nöbetler sırasında çocuk bir süre nefes alamaz ,dudakları morarır ve boğulur gibi olur.Bunu sesli ve derin bir soluk alma izler.Genellikle çocuk solunum yolundaki balgamı çıkarıncaya kadar öksürük devam eder ve bu arada sıklıkla kusma olur.Öksürük nöbetleri günde 8-50 defa olabilir.Nöbetlerin ağırlığı ve sıklığı,çocuğun sinir sistemiyle de ilgilidir.Bu dönemde boğmacalı çocuğun yüzü ve göz kapakları şiş,gözleri kılcal damarlardaki kanamalardan dolayı kırmızıdır.Öksürük nöbetleri sırasında solunumun yapılamaması ve kanın oksijenlenmesinin bozulmada,beynin zarar görmesine sebeb olacağından bebeklerde önemlidir.Bu dönem birkaç günden bir aya kadar devam eder.Bundan sonra öksürük nöbetleri hafifler ve sayısı azalır.Öksürük sırasında artık morarma ve kısma olmaz,iştah düzelir.Bu durum 2-6 hafta sürebilir.BOĞMACANIN TEDAVİSİ:Boğmacanın tedavisi antibiotik denilen ilaçlarla yapılır.Ayrıca hastanın sakinleştirilmesi ve bulunduğu ortamın havasının temiz ve nemli olması tedavi açısından önem taşır.KORUNMA:Korunma,aşı ile sağlanabilir.Boğmaca,Difteri,Tetanoz karma aşısı,doğumdan sonra,iki aylık çocuklara belli aralıklarla üç defa ve bir yıl sonra da tekrarı(rapel) yapılır.Ayrıca, çok küçük bebekler başta olmak üzere çocukların öksüren hastalardan korunması önemlidir.
İnternetteki Kaynaklardan Yararlanılarak Derlenmiştir.

COĞRAFİ KEŞİFLER VE SONUÇLARI

COĞRAFİ KEŞİFLER ve SONUÇLARI

Ortaçağın sonuna kadar Avrupalılar, dünyanın pek az yerini tanıyorlardı.
Coğrafya bilgisinin artması ve gemicilikteki gelişmeler sonucu açık denizlere
çıkan Avrupalılar, yeni kıtalar ve ülkeler keşfetmeye başladılar.
İşte xv. ve xvı. yy'da Avrupa'da ortaya çıkan Dünya'yı tanıma ve kaynaklardan
daha fazla yararlanma hareketlerinin genel adına coğrafi keşifler denir.
Keşiflerin Nedenleri :
1-)Zengin doğu ülkeleriyle ticaret yapmak için yeni yolların aranması :
Ortaçağ'da Avrupa'nın ihtiyacı olan baharat,altın,gümüş,elmas,inci,pamuk ve
ipekli kumaşlar gibi değerli mallar Avrupa'ya 2 önemli yoldan ulaşıyordu:
Birincisi; Orta Asya üzerinden kara yolu ile Hazar Denizi'nin güney ve
kuzeyinden Trabzon ve Kırıma ulaşan İpek Yolu idi.Bu yol Türklerin elinde idi.
. İkincisi; Hindistan'dan başlayıp bir kolu Basra Körfezi'ne ulaşan,diğer kolu
ise Mısır ve Suriye limanlarında sona eren Baharat Yolu idi.
Türk ve Müslüman tüccarların bu yolları izleyerek Hindistan ve Çin'den
getirdiği bu mallar Venedik ve Cenevizliler tarafından Avrupa'ya ulaştırılıyordu.
Bu ticaret sayesinde doğu ülkeleri oldukça zenginleşmişti.Ancak bu mallar birkaç el
değiştirdiği için oldukça pahalıya satılıyordu.Bu da doğu ülkelerine karşı büyük
bir ilgi ve merak uyandı
2-) Ünlü İtalyan bilgini Marco Polo'nun doğuya yaptığı seyahetten sonra,bu
ülkelerin bitmek tükenmek bilmeyen servetlerinden söz etmesi,doğuya olan ilgiyi
artırdı.
. 3-) Avrupa'nın genellikle ilerlemiş toplumlarından İspanyollar ve
Portekizliler,doğu ülkeleriyle doğrudan ticaret yapmak ve daha ucuza mal etmek
amacıyla harekete geçtiler
4-) İstanbul'un fethinden sonra Türkler,Karadeniz ve Kırım'ı elde ederek
Cenevizlilerin kolonilerine yerleştiler.Bu gelişmelerde Avrupalıların,Çin ve
Hindistan'a gitmek için yeni yollar aramalarında etken oldu.
5-) Coğrafya bilgisinde ilerleme :
Orta Çağ'da Avrupalıların dünya ile ilgili bilgileri çok az ve
yanlıştı.
Avrupalılar Haçlı Seferleri sırasında Müslümanların coğrafya ile ilgili
bilgilerinden yararlandılar.Çünkü Araplar eski Yunan eserlerini kendi dillerine
çevirerek incelemişlerdi.
Dünyayı düz bir tepsi şeklinde düşünüyorlardı.Daha sonra Dünya'nın yuvarlak
olduğunu öğrendiler.Bunun sonucunda var olan haritaları geliştirip daha doğru
haritalar yaptılar.


6-)Haçlı seferlerinden itibaren pusulayı yakından tanıyan Avrupalıların bu
aygıt üzerinde son düzenlemeleri yaptıktan sonra açık denizlere inme cesareti
göstermeleri.
(Manyetik pusulanın icadı ve gemi yapım tekniğindeki ilerlemeler,coğrafi keşiflerin
en önemli nedenlerindendir.)
7-) xvııı.yy'da denizci saatleri ve kronometreler sayesinde boylamların kesin
tespiti de deniz yolculuğunu geliştirdi.
8-)İstanbul'un Türkler tarafından alınmasından sonra.Bizans bilginleri
İtalya'ya gittiler.Bunlar Ptolemaios Geograbhike'si dahil pek çok yunanca eseride
götürmüşlerdi.
Haritalardaki hatalar düzeltildi.Yeni haritaların yapılması,Hindistan'a başka
yollardan da gidileceği fikrini güçlendirdi.
9-)Bilim ve teknolojik alandaki ilerlemeler;
* Amerika'nın keşfi (1492)
* Ümit Burnu'nun bulunması(1486-1698)
* Dünya'nın dolaşılması (1519-1522)
10-)Ortaçağ seçkin topluluğunun parçalanması ve mutlakiyetçi hükumdarlık-
lardaki ilerleme,ilk keşif gezilerinin teşkilatlanmasını ve gerekli personeli sağladı.
11-)Efsane ve hurafelere inanmayan cesir gemicilerin yetişmesi:
Ortaçağ'da Atlas Okyanusu'nun içinde gemileri çeken mıknatısların olduğuna
inanılırdı.Ekvatora doğru inildiğinde gemicilerin kararıp zenci olacakları düşünülür ve
uzağa gidilemezdi.Coğrafya bilgisindeki ilerlemeler gemicileri yüreklendirdi.
Dünya'nın yuvarlak olduğuna inananlar,sürekli batıya gidilecek olursa doğunun
bulunacağını ileri sürdüler.

KEŞFEDİLEN YOLLAR ve YERLER
PORTEKİZLİLERİN KEŞİFLERİ:

Atlas Okyanusu yolu ile, Afrika'nın güneyini dolaşarak Hindistan'a ulaştılar.
Afrika'nın güneyine ilk ulaşan denizci Bartelmi Diyaz'dı.Buraya gemicilerin
cesaretlerinin kırılmaması için Ümit Burnu adını verdi.Vasgo dö Gama Ümit Burnu'nu
dolaşarak Hindistanın batı kıyılarına ulaştı.Portekizliler bu yolu ellerinde tutabilmek
için bölgeye donanmalar gönderdiler.Yeni bulunan Hint Deniz Ticaret Yolu,Süveyş
Kanalı açılıncaya kadar dünyanın en önemli ticaret yolu olarak kaldı.
Portekizliler bir yandan da Malaya yarımadasına giderek Çin'den gelen yollara
sahip oldular.Asor ve Kanarya adalarını Portekizliler,Güney Amerika'da Brezilya'yı
keşfettiler.

İSPANYOLLARIN KEŞİFLERİ:


İspanyol denizcileri sürekli batıya gidilirse Hindistan'a ulaşılacağını
düşünüyorlardı.İspanya adına Cenovalı ünlü gemici Kristof Kolomb keşif
hareketlerinde bulundu.Sürekli batıya giderek Amerika'nın doğusundaki
Bahama takım adalarına ulaştı.Burayı Hindistan'ın batısı sandı.Amerika'ya
üç sefer daha yaparak,Orta ve Güney kıyılarını buldu,ancak yeni bir kıta
bulduğunun farkına varamamıştı.
Kristof Kolomb'dansonra Ameriko Vespuçi adında bir İtalyan denizci
İspanya adına keşiflerde bulundu.Amerika'ya yaptığı bir seyahetten sonra
buranın Hindistan olmayıp,yeni bir kıta olduğunu açıkladı.
İspanyollar daha sonra Meksika'yı,Brezilya hariç Güney Amerika'nın
tamamını keşfettiler.
İngiliz ve Fransızlar da Kuzey Amerika'da keşiflerde bulundular.Ele
geçirdikleri yerlerde koloniler kurdular.İngilizler Kanada ve Hudson Körfezi
kıyılarını ele geçirdiler.Fransızlar Labrador,St. Lawrance ve Büyük Göl bölgesini
ele geçirdiler.
İlk dünyayı dolaşma gezisini Macellan İspanya adına başlattı.Flipin ada-
larında öldürülünce geziyi Del Kano tamamladı. (1519-1522) Böylece dünyanın
yuvarlak olduğu kanıtlandı.Avrupa ile Büyük Okyanus ve Uzakdoğu ülkeleri
arasında önemli bir yol daha bulunmuş oldu.Panama Kanalı açılıncaya kadar
bu yol önemini korudu.

COĞRAFİ KEŞİFLERİN SONUÇLARI
1-) Dünyanın büyük bir kısmı tanınmış sanıldığından daha büyük olduğu
anlaşılmıştır.
2-) İlk zamanlarda keşiflerden en çok İspanyollar ve Portekizliler
yararlandılar,büyük sömürge imparatorlukları kurdular.Fransızlar ve İngilizler
de Kuzey Amerika'nın Atlas Okyanusu kıyılarında,Kanada'da sömürgeler elde
ettiler.Avrupa devletleri arasında sömürge rekabeti başladı.
3-) Ticaret alanı genişledi.Ticaret ve sanatla uğraşan Burjuvalar zengin-
leşti.Asiller eski servet ve ayrıcalıklarını kaybetmeye başladılar.
4-) Keşifler ticaret yollarının değişmesine neden oldu.İpek ve Baharat yolları
kullanılmaz oldu.
5-) Akdeniz limanları eski önemini kaybetti.
6-) Atlas Okyanusu kıyısındaki limanlar önem kazandı.Bu durum Süveyş
Kanalı'nın açılmasına kadar sürdü.

7-) Yeni bulunan ülkelere özellikle Amerika'ya,Avrupa'dan göç başladı.
Bunların birçoğu Avrupa'daki huzursuzluklardan kaçıyorlardı.Birçoğu da ticaret
yapmak,servet sahibi olmak için göç ettiler.Bu durum esir ticaretinin de yeniden
canlanmasına etki etti.
8-) Keşifler dinsel inanışlar üzerinde de etkili oldu.İncil'de yeni bulunan
ülkelerden söz edilmemesi,Hristiyanların kiliseye olan bağlılıklarını sarstı.
9-) Yeni yolların bulunması en çok Orta Asyalı Türkleri ve İslam dünyasını
olumsuz yönde etkiledi.Keşiflerden sonra bu milletler ekonomik bakımdan yoksul-
laitılar.
10-) Yeni kıtalar ve okyanusların varlığının anlaşılması yeni ürünler,kültür-
ler ve insanların tanınmasını sağladı.
11-) Avrupa'nın giderek zenginleşmesine,bunun aksine doğu ülkelerinin fakir
düşmesine yol açtı.
12-) Servetin temeli olan toprak önem kaybetti.
13-) Hristiyanlık yayıldı.
14-) Doğu ticaret yolu Afrika'nın güneyine kaydı (1487-1498)
15-) Amerika kıtası bulundu.
16-) Amerika'daki altın ve gümüş Avrupa'ya taşındı,Avrupa ekonomik yönden
güçlendi. (Osmanlı Devleti'nde büyük ekonomik zorluklar yaşandı)
17-) Köle ticareti ortaya çıktı.
18-) Yeni bitkiler tanındı.
19-) Rönesans'ın başlamasına katkı sağladı.

RÖNESANS
XV. ve XVI. yüzyıllarda önce İtalya'da başlayan ve tüm Avrupa'ya yayılan
bilim, sanat, edebiyat ve düşünce hayatında görülen gelişmelere Rönesans adı veri-
lir. Rönesans,''Yeniden Doğuş'' demektir.

NEDENLERİ :
1-) Avrupa'da halk önce Feodalite sonra Monarşi yönetimlerinin baskısı
altında kalmıştı. Skolastik görüş, sanatçıları tamamen yönlendiriyordu. Bu sırada
Bizans, antikite düşünce sistemini yaşıyordu. İstanbul'un fethi sonrasında daha
büyük bir ilgi odağı haline gelen Bizans düşüncesi taklit edildi. Böylece ortaya
çıkan antikite tarzı, Hümanizma hareketlerini doğurdu.
2-) Dini mimarinin ve buna bağlı sanat anlayışının gelişmesi, sonuçta
sanatın serbestleştirilmesi arzuları, yeni din dışı sanat anlayışının da oluşturulmaya
çalıştırılmasına neden oldu.
3-) Avrupa'nın coğrafi keşifler ile maddi olarak kalkınması,sanatçıları ve
düşünürleri koruyan ve onlara gerekli maddi desteği sağlayan Mesen adlı bir snıfın
ortaya çıkmasını sağladı.
4-) Matbaanın gelişmesi, kağıdın maliyetinin ucuzlamasında etkili oldu.

SONUÇLARI :
1-) Avrupa'da özgür düşünce gelişti.
2-) Pozitif bilimler önem kazandı.
3-) Bilim ve sanat gelişti.
4-) Kiliseye olan bağlılık azaldı.
5-) Avrupa'da okuma-yazma oranı arttı.

İŞLEMCİLER (CPU)

1. İŞLEMCİLER
1.1. İşlemcinin Görevi
“İşlemcinin görevi nedir?” Diye sorulduğunda birçok kişi net bir cevap veremese de
işlemciyi bilgisayarın beyni olarak tanımlar. Bu tanımlama, işlemcinin önemini
kavradıklarını ifade eder. İşlemcinin anlaşılabilmesi için görevini net olarak tanımlamalıyız.
Bugün piyasada çeşitli işlemciler bulunmaktadır. Eğer işlemcinin bilgisayardaki görevini
tam olarak bilmezseniz bu donanımda seçim yapmanız zorlaşacaktır. İşlemciyi anlamanız
sizi hem mesleğinizde daha yeterli yaparken hem de bilinçli bir tüketici hâline getirecektir.

1.2. İşlemci Nedir?
İşlemci, bilgisayarın birimlerinin çalışmasını ve bu birimler arasındaki veri (data)
akışını kontrol eden, veri işleme (verileri değerlendirip yeni veriler üretme) görevlerini
yerine getiren elektronik aygıttır. Veriler üzerindeki yaptığı işlemler, temel aritmetik
işlemleri kadar basit (örneğin 1+3 gibi) ya da çok daha karmaşık (bu değeri al ve ses kartına
yolla ki böylelikle hoparlörden müzik dinleyebilinsin) gibi çeşitli seviyelerde olabilir.
Aslında işlemciler, sadece bilgisayarlarda bulunan bir donanım değildir. Tüm
elektronik sistemlerde işlemciler bulunur. Örneğin, otomatik çamaşır makinesi, otomatik
bulaşık makinesi; fabrikalardaki otomatik cihazlar, televizyon.
İşlemci yerine mikroişlemci, CPU (sipiu diye okunur - Central Processing Unit ),
MİB (CPU’nun Türkçe karşılığı - Merkezi İşlem Birimi), μP (mikro processor-mikro
prosesır diye okunur) isimlerini de sıklıkla kullanıyoruz.
İşlemci = Mikroişlemci = MİB = CPU = μP
İşlemciler, klavyeden girilen tuşun ifade ettiği karakteri aynen ekranda gösterme
şeklinde bir işlem yaptığı gibi; aldığı verileri değerlendirip yeni veriler de üretebilir.
Örneğin, hesap makinesinin işlemcisi, girilen rakamlar üzerinde istenilen işlemi uygulayarak
yeni sonucu ekranda gösterir.
İşlemciler, bilgisayarda yönetici konumunda çalışır. İnsan beyninin tüm vücut
organlarını sinir sistemi vasıtasıyla yönetmesi gibi işlemciler de kontrol sinyalleriyle sisteme
bağlı tüm birimlerin çalışmasını düzenler ve yönetir.
1971 yılında Intel firması, binlerce transistörü silikon çip üzerine yerleştirip işlemcinin
boyutlarını küçültmesiyle birlikte daha önce sadece büyük şirketler ve üniversitelerin
kullanabildiği bilgisayarlar iyice küçülmüş ve evlere girmeye başlamıştır.
Mikroişlemciler, milyonlarca transistörden oluşmaktadır. Elektrik sinyalleri bunların
üzerinden akar. Bilgisayarın yaptığı tüm işleri toplama, çıkarma, çarpma ve bölme gibi
işlemler bu sinyaller vasıtasıyla gerçekleşir. Devrede elektrik sinyalinin olması “1”, elektrik
sinyalinin olmaması “0” ile ifade edilir. İşlemci bu işlemleri en basit sayma sistemi olan
ikilik düzen yani 0 ve 1 sayılarını kullanarak yapar. Komut, işlem, veri, vb. kavramların ikili
sayı sistemi ile ifadesine, makine dili (makine kodu) denir. Mesela “A” harfi ikilik sistemde
“01000001” ile ifade edilebildiği gibi mavi gibi bir renk de ikilik tabandaki sayı gruplarıyla
ifade edilir. Aynı şekilde bir ses veya görüntü kaydı da yine buna benzer ikilik sayı grupları
ile ifade edilirler. Bu “0” veya “1”in bilgisayarda kapladıkları alana bit adı verilir.
Bu sayı grupları üzerinde işlem yapmak için işlemci içerisinde komut listesi (komut
seti = instruction set) mevcuttur. Bu komutlar, işlemcinin sorumlu olduğu tüm matematiksel

ve mantıksal işlemleri gerçekleştirir. İşlemciye gönderilen ve ona ne yapması gerektiğini
söyleyen komutlara ise programlar denir.
1.3. Programlar Nerede Tutulur?
İşlemciye ne yapmasını istediğimizi söyleyen programlar olmadığı sürece işlemci bir
işe yaramaz. Peki bu programlar nerede tutulur, çalıştırılır, bu programların içerdiği komutlar
işlemciye nasıl ulaşır? Bilgisayarda tüm programlar sabit diskte (hard disk) tutulur. Peki
sabit diskte tutulan bu programların çalıştırılması aşaması nasıl gerçekleşir?
İşlemci her saniyede milyonlarca, hatta milyarlarca komutu işleyebilir. Sabit disk,
işlemcinin komut işleme hızına ulaşamaz. Bu sorunu ortadan kaldırmak için programlar sabit
diskten alınarak RAM’e (rem diye okunur) yüklenir. RAM’den de işlemciye aktarılır. Bir
program RAM’e yüklendiğinde ve işlemci kendisinden istenileni gerçekleştirdiğinde buna
program (yazılım) çalışıyor deriz. Verinin sabit disk, RAM ve işlemci arasındaki akışı tek
yönlü bir işlem değildir. İşlemcinin yaptığı işlemler sonucunda ürettiği veriler de işlemciden,
RAM’e ve oradan da sabit diske alınarak, sabit diskte tutulur.
RAM = Random Access Memory = Sistem Belleği = Ana Bellek
Şekil 1.1:Programların sabit diskten RAM’e ve oradan da işlemciye alınması.
İşlemcinin ürettiği sonuçların RAM’e ve oradan da sabit diske alınması
RAM’ler sabit disklerden hızlı olduklarına göre, işlemciyle uyum açısından neden
sabit disk yerine sadece RAM’leri kullanmıyoruz? Birincisi sabit diskler RAM’lerden
yüzlerce kat bilgiyi saklayabilirler. İkincisi RAM’ler bilgisayarı kapattığınız anda üzerindeki
tüm bilgileri kaybederlerken sabit diskteki bilgiler kaybolmaz. Yüksek oranda bilgi tutabilen
ve bilgisayar kapalıyken de üzerindeki bilgileri kaybetmeyen bir belleğin üretim maliyeti
sabit diskin maliyetinden çok daha fazladır. Bu nedenle tüm programlar sabit diskte tutulur
ve çalıştırılmak istenen program RAM’e alınarak hızlı bir şekilde çalıştırılır.
1.4. İşlemcinin Yapısı
Üreticiler, farklı işlemci mimarilerine göre işlemci üretirler. İşlemci mimarisi;
işlemcinin işlemleri gerçekleştirme yöntemi, teknolojisi ve tasarımını ifade eder. Ortak
mimariye sahip olan işlemciler aynı komutları tanımakta ve aynı yazılımları
çalıştırabilmektedirler.
Her işlemci temel bazı birimleri içinde barındırır. İşlemcilerin gelişim sürecinde bu
birimlerin özellikleri artırılmıştır. Genel bir işlemci yapısı aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.
Veriler, bilgisayarı oluşturan çeşitli birimler arasında sürekli olarak taşınır. Örneğin,
klavye biriminde bir tuşa bastığımızda bu tuşun karşılığı olan karakteri ekranda görürüz.
İşlemci, giriş birimden aldığı veriyi çıkış birimine aktarmıştır.
İşlemcinin anakartla iletişim kurmasını sağlayan, toplu iğneye benzeyen uçlara pin
denir. Pin yerine farklı isimler de kullanılabilmektedir.
Pin = İğne = Bağlantı iğnesi = Bacak = Ayak
İşlemcinin yapısında bulunan birimler aşağıda kısaca açıklanmıştır.
1.4.1. Çekirdek (Core)
Komut çalıştırma işlemlerini yapan bölümdür. Çalıştırma birimi (execution unit)
olarak da bilinir.
1.4.2. ALU (Aritmetik Lojik Unit / Aritmetik Mantık Birimi)
İşlemci tarafından gerçekleştirilecek matematiksel ve mantıksal işlemlerin yapıldığı
bölümdür.
1.4.3. Ön Bellek (Cache)
Sistem belleğinden gelen veriler, çoğunlukla CPU’nun hızına yetişemezler. Bu
problemi çözmek için CPU içinde yüksek hızlı hafızalar bulunur. Ön bellek çalışmakta olan
programa ait komutların, verilerin geçici olarak saklandığı yüksek hızlı hafızalardır.
İşlemcinin komutları daha hızlı yüklemesini sağlayan bu hafıza genellikle L1 (Level
1) ve L2 (Level 2) olmak üzere iki kısımdan oluşur. İşlemci, ihtiyaç duyduğu komutu ilk
önce L1 ön bellekte (L1 ön bellek L2 ön bellekten daha hızlıdır.) arar. Eğer işlemcinin
aradığı komut burada yoksa L2 önbelleğe bakar. Eğer burada da yoksa sırasıyla RAM ve
sabit disk üzerindeki sanal hafıza üzerinde arar. Ön belleklerin kimisi işlemci ile aynı hızda
çalışır.
1.4.4. Kontrol Birimi
İşlemciye gönderilen komutların çözülüp (komutun ne anlama geldiğinin
tanımlanması) işletilmesini sağlar. İşlemci içindeki birimlerin ve dışındaki birimlerin eş
zamanlı olarak çalışmasını sağlayan kontrol sinyalleri bu birim tarafından üretilir.
1.5. İşlemci Hızı
Günümüzde kişisel bilgisayarlarda (PC=Personel Computer) kullanılan tüm
donanımlar 20 yıl öncesine göre çok daha hızlıdır. Ama her donanımın hızı eşit ölçüde
artmamıştır. En büyük hız gelişimi, işlemcilerde gerçekleşmiştir.
Bilgisayarın tüm donanımlarının bağlandığı kart olan ana kartta saat çipi (saat
yongası) vardır. Bu saat sistem hızını (FSB) belirler. Saatin her “tik”i, saniyede milyon veya
milyar devirle ölçülür. Saniyedeki tek devirin ölçüsü Hertz’dir. (Hertz diye okunur)
İşlemcilerde hız, işlemcinin birim zamanda yapabildiği işlem sayısı olarak
tanımlanmaktadır. Bir saniyede yapılan milyon adet işlem Mhz (Megahertz) olarak
tanımlanır ve temel hız ölçüsüdür. Ancak günümüz işlemcileri saniyede milyar işlem – Ghz
(Gigahertz –cigahertz diye okunur) hız seviyesine ulaşmışlardır.
Sistem hızı, tüm sistemin birlikte uyum içerisinde çalışması için gerekli olan ritmi
verir. Saatin her “tik”inde, tüm bilgisayar aygıtlarında veri ve komutlar akar. Sistemi
oluşturan bileşenler, sistem hızının katı veya çarpanı ile orantılı çalışır. Örneğin, bir ses kartı
sistem hızının 1/3’ü ya da 1/4’üne denk gelen 33 Mhz’de veri alışverişinde bulunur. Modern
bir işlemci, sistem hızının çarpanları kadar hızlı çalışır. Örneğin, 100 Mhz sistem hızına
sahip bir sistemde 1.8 Ghz hızında çalışan bir işlemci, 18 çarpanını kullanıyor demektir.
Üreticiler, sürekli olarak daha hızlı işlemcileri piyasaya sürerken eski modellerinin
üretimini durdururlar. Her işlemcinin üzerine üretici tarafından belirlenmiş, işlemcinin
kararlı bir şekilde çalışabileceği hız yazılır.
Üreticiler, işlemci hızını artırmak için çeşitli yollar izlemişlerdir. Birincisi, bir tek
işlemci modeli üretiminde uğraşarak hızını artırmışlardır. İkincisi, işlemcinin fiziksel
boyutunu küçültüp, işlemciyi çalıştırabilmek için gereken voltaj miktarını, dolayısıyla da
işlemci ısısını azaltmışlardır. İşlemciden çıkan ısıyı azaltmanın verdiği avantajla da aşırı
ısınmadan korkmaksızın işlemcinin çekirdek hızını yükseltmişlerdir. Sonuç olarak ortaya
çıkan yüksek hız oyun severler başta olmak üzere herkesi mutlu etmektedir
İşlemcin tek başına hızlı olması sadece işlemci içi işlemlerde etkilidir. İşlemcinin
kendi içinde çalışma hızı, çevre birimleri ve iletişim hatlarına göre çok hızlıdır. işlemci çevre
birimleri ile iletişim kurarken onların hızlarına uymak zorundadır. Bir işlemci sisteminin
hızlı olabilmesi için işlemci dışındaki diğer birimlerin de hızlı olması gerektiği
unutulmamalıdır.
1.5.1. Overclock (Hız Aşımı, Hız Aşırtma)
İşlemci üretilirken “işlemcinin hızı şu değerde olsun” diyerek üretilemez. İşlemci önce
üretilir. Sonra işlemci üzerinde çeşitli testler yapılır. İşlemcinin en tutarlı sonuçlar verdiği
hıza, o işlemcinin hızı denir ve işlemci üzerine bu hız değeri basılır. Aslında etiketinde 3.2
Ghz yazılı olan bir işlemci 3.4 Ghz veya 3.6 Ghz hızında çalışabilir. Özetle her işlemcinin iki
hız değeri vardır. Birincisi, işlemcinin sınır hız değeri, ikincisi üreticinin riske girmeksizin
işlemcinin dengeli çalışabileceği hızı gösteren hız değeri.
Hız aşımı (overclock-ovurkılok diye okunur) işlemcinin üreticinin etikette belirlediği
hız değerinden yüksek değerlerde çalıştırılması işlemidir. Anakartta ayar değişikleriyle
işlemcinin hızı artırılabilir. Sistem hızı (FSB), çarpan, voltaj değerlerinde yapılan
değişikliklerle işlemci hızı artırılabilir. Örneğin, FSB’si 100 Mhz, saat çarpanı 20 olan bir
bilgisayarda 20*100=2000 Mhz işlemci hızıdır. FSB değeri 133 Mhz yapılırsa 133*20=2660
Mhz=2.66 Ghz işlemci hızı elde edilir. İşlemcilerde hız aşımı gerçekleştirildiğinde,
işlemciyle beraber diğer sistem bileşenlerinin de hızlı çalışması gerekir. Bu durum
donanımların zorlanması ve ömürlerinin kısalması anlamına geliyor. Fakat teknolojik
gelişmeleri takip etmek için zaten birkaç senede bilgisayarı değiştirmek gerekiyor diye
düşünenler hız aşımını tercih edebilirler. Hız aşımı işlemiyle işlemci hızı bir noktaya kadar
artırılabilir. Belli bir hız değerinden sonra bilgisayar kilitlenmeleri, hatalar, hatta işlemci
yanmaları gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Bu durum, yükseltilen hızda işlemcinin kararlı
çalışmadığını gösterir. Hız aşımı yapılmış sistemlerde işlemci daha fazla ısı üreteceğinden bu
durumlarda soğutma daha önem kazanmaktadır.
1.6. İletişim Hatları (İletişim Yolları)
İnsanlarda beyin nasıl tüm vücudu yönetmek, kontrol etmek için sinir sisteminin bir
parçası olan sinirleri kullanıyorsa; işlemciler de bilgisayarı yönetmek, kontrol etmek için
iletişim yollarını kullanır. Hem işlemci içerisinde hem de işlemciyle diğer birimler arasında
iletişim hatları bulunmaktadır. İletişim hatları üzerinden elektrik sinyali geçebilecek iletken
hatlardır. Bu hatların sayısı işlemci modeline göre değişir.
İletişim hatları üç grup halinde incelenebilir:
- Adres Yolu (Address Buses): İşlemcinin bilgi yazacağı veya okuyacağı her hafıza
hücresinin ve çevre birimlerinin bir adresi vardır. İşlemci, bu adresleri bu birimlere
ulaşmak için kullanır. Adresler, ikilik sayı gruplarından oluşur. Bir işlemcinin
ulaşabileceği maksimum adres sayısı, adres yolundaki hat sayısı ile ilişkilidir. Adres
yolunu çoğunlukla işlemci kullanır. Bu yüzden adres yolunun tek yönlü olduğu
söylenebilir.
- Veri Yolu (Data Buses): İşlemci, hafıza elemanları ve çevresel birimleriyle çift yönlü
veri akışını sağlar. Birbirine paralel iletken hat sayısı veri yolunun kaç bitlik olduğunu
gösterir. Örneğin, iletken hat sayısı 64 olan veri yolu 64 bitliktir. Yüksek bit sayısına
sahip veri yolları olması sistemin daha hızlı çalışması anlamına gelir.
- Kontrol Yolu (Control Buses): İşlemcinin diğer birimleri yönetmek ve eş zamanlamayı
(senkronizasyon) sağlamak amacı ile kullandığı sinyallerin gönderildiği yoldur.
1.7. İşlemci Şekilleri
İlk üretildikleri yıllardan günümüze değin işlemciler farklı fiziksel şekillerde piyasaya
sürülmüşlerdir. Aşağıdaki şekillerde örnek bazı işlemcilerin şekilleri verilmiştir
1.8. İşlemci Paketleri
İşlemcilerin farklı şekil, boyut ve harici özellikleri vardır. Bu özelliklere işlemcinin
paketi denir. İşlemcilerin gelişim süreçlerinde, üreticiler işlemcileri anakarta bağlayan ayak
sayılarının artması, işlemci ısınmalarını engellemek amacıyla yapılan değişiklikler, kimi
parçalarda anakarta bağımlılığı ortadan kaldırma gibi amaçlarla değişik paketlemeler
kullanmaktadır. Bunlardan bir tanesi olan slot tipi paketleme (SEC=Single-Edge Cartridge),
1990’lı yılların başında piyasaya sürüldü. Slot tipi işlemciler artık üretilmemektedir.
Alt tarafında çeşitli sayıda pin bulunduran işlemci paketlemesine PGA (pin grid array)
adı verilir. Paketteki ayak sayısına göre paketler isimlendirilir. Örneğin, 423 ayak Pentium 4
paketi ve 478 ayak Pentium 4 paketi. Bu paket yapısındaki işlemcilerin takıldıkları soketler
ise soket 423 ve soket 478 olarak isimlendirilir. Üreticiler bunların dışında da farklı
paketlemeler yapmaktadırlar. Farklı bir paketleme olan LGA paketinde işlemci ayaklarının
yerini elektrik iletimini sağlayan iletim noktaları almıştır. Pin yerine iletim noktalarının
kullanımı elektrik sinyallerinin iletim yolunu kısaltmış, böylelikle sinyal iletim hızı artmıştır.
Eskiden işlemciler, anakarta sabitlenmiş olarak üretiliyordu. İşlemci veya anakart
arızalandığında onların birbirinden bağımsız olarak test veya tamir edilmesini mümkün
olmuyordu. Ayrıca var olan işlemciyi yenisiyle değiştirmek de zor oluyordu. Bu nedenle
işlemcinin anakarta takılıp sökülmesini sağlayan işlemci yuvaları geliştirildi. İşlemciler
anakarta takılma şekillerine göre isimlendirilen soket ve slot olmak üzere iki şekle sahiptir.
1.9. Soket İşlemci
Kare şeklinde üretilmiş işlemci modelidir. Üst yüzeyinde marka ve model isimleri
bulunur. Alt yüzeyinde ise işlemcinin türüne göre çok sayıda pin veya iletim noktası bulunur.
Takıldıkları anakarta bir mandal/kilit yardımı ile tutturulurlar. Anakarttaki sokete uygun
işlemci seçilmelidir. Aşağıdaki şekilde gösterildiği gibi anakartta LGA soket varsa, işlemci
de LGA soket işlemci olmalıdır. Başka bir örnek vermek gerekirse anakartta soket 939 varsa
işlemci de 939 pinli işlemci olmalıdır.
1.10. Slot İşlemci
Diklemesine anakartın üzerine monte edilirler. Dikdörtgen bir kart şeklinde üretilen
işlemci modelidir.
Kimi işlemci bileşenleri kart üzerindedir. Kartın alt kısmında bulunan
bağlantı noktaları ile ana karta bağlanır. İşlemcinin korunması için dış kılıfı vardır. Kılıfın
yan yüzeylerine soğutucu takılmaktadır. Slot işlemcilerin üretimi durdurulmuştur.

KISA KISA İLGİNÇ BİLGİLER

18 ŞUBAT 1979 YILINDA SAHRA ÇÖLÜNE KAR YAĞMIŞTI.
ALBERT EİNSTEİN 9 YAŞINA KADAR DÜZGÜN KONUŞAMAMIŞTI.
AMERİKADA HER SAAT 40 KİŞİ KANSERDEN HAYATINI KAYBEDİYOR.
ASLANLAR BİRGÜNDE 50 KEZ SEVİŞEBİLİRLER.
ATLARIN İNSANLARDAN 18 TANE FAZLA KEMİĞİ VARDIR.
BAYKUŞ MAVİ RENGİ GÖREBİLEN TEK KUŞTUR.
BETHOVEN BESTE YAPMADAN ÖNCE KAFASINI SOĞUK SUYA TUTARDI.
BİR DEVEKUŞUNUN GÖZÜ BEYNİNDEN BÜYÜKTÜR.
BİR ERKEK HAYATININ ORTALAMA 3350 SAATİNİ TRAŞ OLMAKLA GEÇİRİYOR.
BİR KİLO LİMONDA BİR KİLO ÇİLEKTEN ÇOK ŞEKER VARDIR.
BİR KROMOZOM BİR GENDEN DAHA BÜYÜKTÜR.
BİR TİMSAHIN GÖZLERİNİN ARASINDAKİ MESAFE AYAKLARININ BOYUNA EŞİTTİR.
ÇOCUKLAR BAHARDA DAHA FAZLA BÜYÜYOR.
DÜNYADA İNSAN BAŞINA DÜŞEN KARINCA SAYISI 1 MİLYONDUR.
DÜNYANIN EN BÜYÜK ŞEKER ÜRETİCİSİ KÜBA DIR.
EN FAZLA ASFALTLI YOLA SAHİP OLAN ÜLKE FRANSA DIR.
FARELER KUSAMAZ.
FİLLER ZIPLAYAMAYAN TEK MEMELİ HAYVANDIR.
GÖZLERİ AÇIK TUTARAK HAPŞIRMAK İMKANSIZDIR.
HAPŞIRIRKEN BURNU YADA AĞZI KAPAMAK FELCE NEDEN OLUR.
HAWAİİ ALFABESİNDE SADECE 12 HARF VARDIR.
HİNDİSTAN DA OYUN KAĞITLARI YUVARLAKTIR.
İNCİLER SİRKEDE ERİR.
İNSAN BEYNİNİN %80 İ SUDUR.
İNSAN VÜCUDUNDA EN GÜÇLÜ KAS DİLDİR.
KANGURULAR GERİ GERİ YÜRÜYEMEZ.
KELEBEKLER AYAKLARIYLA KOKU ALIRLAR.
KUTUP AYILARI SOLAKTIR.
PENGUEN YÜZEBİLEN AMA UÇAMAYAN TEK KUŞTUR.
SADECE DİŞİ KANARYALAR ÖTEBİLİR.
SADECE DİŞİ SİVRİSİNEKLER ISIRIR.
SALATALIĞIN %96 SI SUDUR.
SİNEKLERİN BEŞ GÖZÜ VARDIR.
TİMSAHLAR DİLLERİNİ DIŞARI ÇIKARAMAZLAR.
TİMSAHLAR RENK KÖRÜDÜR.
YUNUSLAR BİR GÖZLERİ AÇIK UYURLAR.
ZÜRAFALARIN SES TELLERİ YOKTUR.

9 Ekim 2008 Perşembe

BEBEK BEYNİNİN GİZEMİ

BEBEK BEYNİ, SIRLARI BİLİM ADAMLARINCA YENİ YENİ ÇÖZÜLEN GİZEMLİ BİR YAPI. GİZEM, ANNE RAHMİNDE BAŞLIYOR. GEBELİĞİN İLK 4 HAFTASINDA İLK BEYİN HÜCRELERİ, NÖRONLAR ŞAŞIRTICI BİR HIZLA OLUŞMAYA BAŞLIYORLAR: DAKİKADA 250.000 ADET. MİLYARLARCA NÖRON BİRBİRLERİYLE BAĞ OLUŞTURUR VE SONUÇTA HÜCRELER ARASINDA TRİLYONLARCA BAĞLANTI KURULUR. HER HÜCRENİN KENDİNE ÖZEL BİR YERİ VARDIR, NÖRONLAR ARASINDAKİ HER BAĞLANTI ÖZENLE ORGANİZE EDİLİR. HİÇBİR ŞEY RASTGELE VE GELİŞİGÜZEL DEĞİLDİR. YENİ DOĞAN BEBEK DÜNYAYLA İLK OLARAK GÖRSEL DUYUSU VASITASIYLA BULUŞUR. DOĞUMDAN SONRA BEBEĞİN GÖZLERİ VE KORTEKSİ, KARŞILAŞTIĞI UYARILAR ORANINDA GELİŞİR. BEBEKLİĞİMİZDE, BEYNİMİZ ÖĞRENMEYE HAYATIMIZIN DİĞER BÖLÜMLERİNDEN DAHA FAZLA AÇIKTIR. ÖĞRENMENİN GEREKLERİNE KARŞI, BEBEK BEYNİ KENDİNİ ŞEKİLLENDİRİR, GELİŞTİRİR. BİLİM ADAMLARI BUNUN NASIL GERÇEKLEŞTİĞİNİ ANLAMAYA ÇALIŞIYORLAR. NÖROLOG CARLA SHATZ BU KONUDA ŞÖYLE DİYOR: BEBEK BEYNİ ÇÖZÜLEMEMİŞ SIRLARLA DOLU. HATIRALARIMIZ, ÜMİTLERİMİZ, TUTKULARIMIZ, SEVDİKLERİMİZ DEVİR HALİNDE BEYNİMİZE KODLANIR. ANCAK BEBEK BEYNİNİN NASIL İŞLEDİĞİNE DAİR BİLDİKLERİMİZ HENÜZ BAŞLANGIÇ DÜZEYİNDE...

NEWTON DAN KISA KISA 6

NEWTON UN ÖLÜMÜNDEN SONRA EVİ MÜZE HALİNE GETİRİLDİ. DEVRİN BÜYÜK BİLGİNLERİ BU ÖLÜMSÜZ BİLİM ADAMIYLA İLGİLİ MADEN BİR LEVHA ÜZERİNE ŞU SÖZLERİ KAZDILAR: DÜNYADA GELMİŞ GEÇMİŞ BİLİM ADAMLARI TABURA DİZİLSE, NEWTON DAİMA TABUR BAŞI OLUR.

NEWTON DAN KISA KISA 5

LİSANSÜSTÜ ÇALIŞMASINI TAMAMLADIKTAN SONRA 1669 DA HENÜZ 27 YAŞINDAYKEN CAMBRİDGE ÜNİVERSİTESİNDE MATEMATİK PROFESÖRLÜĞÜNE GETİRİLDİ.

NEWTON DAN KISA KISA 4

ÇEKİNGENLİĞİ YÜZÜNDEN NEWTON HER BİRİ BİLİMDE DEVRİM YARATACAK NİTELİKTEKİ BU BULUŞLARIN ÇOĞUNU UZUN YILLAR SONRA (ÖRNEĞİN DİFERANSİYEL VE İNTEGRAL HESABI 38 YIL SONRA) YAYIMLAMIŞTIR.

NEWTON DAN KISA KISA 3

NEWTON UN ÖLÜMÜ İNGİLTERE VE AVRUPA DA BÜYÜK YANKILAR YAPMIŞ, ONUNLA İLGİLİ DEVRİN ÜNLÜ ŞAİR VE YAZARLARI TARİHE GEÇECEK İFADELER KULLANMIŞLARDIR. ÜNLÜ BİR ŞAİR ONUNLA İLGİLİ ŞUNLARI SÖYLÜYOR: BİLİNMEYEN DÜŞÜNCE DENİZLERİNDE TEK BAŞINA SONSUZLUĞA ULAŞAN BİLGİNİN MERMERDEN YAPILMIŞ SİMGESİ.

NEWTON DAN KISA KISA 2

NEWTON ÇOK SEVDİĞİ KÖPEĞİ DİAMOND İLE OYNAMAKTAN BÜYÜK KEYİF ALIRDI. KÖPEĞİ İLE İLGİLİ BİR ÖYKÜ ANLATILIR: NEWTON BİR GECE EVİNDE PÜR DİKKAT ÇALIŞIRKEN KÖPEĞİ DİAMOND MASANIN ÜSTÜNDEKİ MUMU DEVİRDİ. MUM, NEWTON UN YILLARDIR EMEK VEREREK YAZDIĞI NOTLARININ ÜZERİNE DÜŞTÜ. ÇOK KIYMETLİ NOTLAR BİRDEN YANIVERDİ. YILLARDIR ÇALIŞARAK HAZIRLADIĞI BİRBİRİNDEN DEĞERLİ BİLİMSEL ARAŞTIRMA NOTLARI BİR ANDA YOK OLMUŞTU. BU DURUM KARŞISINDA NEWTON HİÇBİR SİNİRLİLİK HALİ GÖSTERMEDİ. SADECE KÖPEĞİNE ŞUNLARI SÖYLEDİ: AH DİAMOND ! YAPTIĞIN YANLIŞIN NELERİ KAYBETTİRDİĞİNİ BİR BİLSEYDİN BENDEN ÇOK ÜZÜLÜRDÜN.

NEWTON DAN KISA KISA

...NEWTON İLERLEMİŞ YAŞINA RAĞMEN MASANIN ÜSTÜNE KÜVET KOYAR AĞZINA ALDIĞI ÇUBUKLARLA SABUN KÖPÜKLERİ YAPAR BU KÖPÜKLERİ HALKALAR HALİNDE HAVADA DAİRELER ŞEKLİNDE UÇURMAKTAN BÜYÜK BİR ZEVK ALIRDI. NEWTON GİBİ YAŞLI BİR ADAMIN SABUN KÖPÜĞÜ İLE OYNAMASINI KOMŞULARI GÜLÜNÇ BULURDU.PENCERELERİNİ AÇARAK ONU SEYREDERLER HAKKINDA DEDİKODU YAPMAKTAN ÇEKİNMEZLERDİ. HALBUKİ NEWTON OYUN OYNAMIYORDU IŞIĞA AİT GİZEMİ ÇÖZMEYE ÇALIŞIYORDU...

6 Ekim 2008 Pazartesi

GTA ŞİFRELERİ

POLİSDEN KURTULMA: LEAVEMEALONE
HAVA DURUMU: ALOVELYDAY
KIZLARI PEŞİNE TAKMA: FANNYMAGNET
YANINDAKİ TÜM ARABALARI PATLATMA: BIGBANG
HERŞEYİ YAVAŞLATMA ŞİFRESİ: BOOOOOORING
CANINI ÇOĞALTMA: ASPIRIN
TANK ŞİFRESİ: PANZER

FEVZİ NİN YERİ

GÜZEL VİDEOLARINIZ VARSA GÖNDEREBİLİR MİSİNİZ ARKADAŞLAR